Koku Hakkında Sıradışı Bilgiler

1.

Kokuyu hep soyut bir kavram gibi algılıyoruz. Koku, elle tutulmadığı ve gözle görülmediği için böyle yapıyor olabiliriz; ancak işin aslı hiç de öyle değil. Son derece s

Nefes alırken çevremizdeki koku kaynaklarından burnumuza süzülen koku molekülleri, hava ile birlikte burnumuzun içinden süzülerek, üst kısmındaki reseptörler, yani alıcılarla karşılaşıyor. Bu, öyle sandığınız gibi pek de uzun süren bir karşılaşma-tanışma işlemi değil. Kabaca her molekül, burada bir tekil alıcıya, sanki bir yapboz oyunu parçası gibi uyarak yerleşiyor. Bu hücreler de buradan koku algısı sinirleri vasıtasıyla beynimize fiziksel uyarılar gönderiyor. Beynimiz de bunları hafıza veri tabanımızdan tarayarak, ne olduklarına dair bize bilgi veriyor.

2.

Durağan bir yaşam tarzı içinde günde yaklaşık 18.000 kere, biraz cevval ve hareketliysek de 23.000 kere nefes alıyoruz. Bu nefes almalarda çok çeşitli koku kaynaklarından moleküller burnumuza giriyor.


Bu bir gül kokusu olabilir, fırında pişen bir hamur işi olabilir, sevgilinizin boynunun kokusu olabilir, kir, çürüme, gaz kokusu olabilir, binlerce değişik koku olabilir. Önemli olan kokunun cinsi değil, her nefes alışta ortamdaki koku molekülerini içeren havanın burnumuza girmesi. Pratik olarak bunu nefes almak = koklamak olarak da açıklayabiliriz.

3.

Hintlilerin, yedikleri köri içeren yemekler nedeniyle belirgin bir kokuları var. Bizler gibi daha doğuda yer alanların da fazla miktarda koyun eti tüketmekten, koyun etiyle beslenmeyen başkalarına farklı ve belirgin bir koku verdiğimiz de bir başka gerçek. Elbette insan kendi kokusunu yadırgamıyor; ancak bize kokusuz gelen pek çok ortam, bu kokulara alışkın olmayanlar için bizi ayrıca kokusal olarak sınıflandıracak kadar kuvvetli ve belirgin.

Dönemin Fransa Başbakanı Jacques Chirac’ın tutucu sağ oyları alabilmek için giriştiği göçmen karşıtı seçim kampanyasında kullandığı, “Benim Fransız vatandaşım yokluk içinde kendine iş ararken, yan dairede oturan göçmen, bütün gürültüsü ve kokusuyla rahat rahat yaşıyor.” cümlesi henüz Fransa’daki göçmen nüfusun hafızasından silinmemiş durumda. Benzer yaklaşımları, ABD’de yaşayan beyazların, siyah nüfusa gösterdikleri tepkide de görebiliyoruz.

4.

Eş seçimizdeki önemli parametrelerden biri karşımızdakinin koku tipi (odortype). Odortype, bağışıklık sistemiyle belirlenen bir oluşum. Yani biz farkında olmadan, koku duyumuz sayesinde, eş olarak bize uyumlu ama bizden farklı bağışıklık sistemine sahip eşler seçiyoruz ki bizden sonraki nesil bu uyum ve farktan nasiplenerek daha güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olsun. Böylece, insan nesli var olmaya devam etsin.

Bu, elbette sadece buna bağlı değil ve eş seçiminde bundan bağımsız bir sürü psikolojik ve fizyolojik parametre daha var. Ama bu da yadsıyamayacağımız ve varlığını sürdüren ilkel bir biyolojik gerçeğimiz. Ancak, burada kastedilen şey, eş seçiminde adayın koltuk altını koklayarak karar vermek değil. Biz bu eş kokusunu, farkına bile varmadan duyumsuyor ve anlamlandırıyoruz beynimizde.

5.

Yok etmeye çalıştığımız ve deyim yerindeyse yabancılaşmakta olduğumuz vücut ve vücut kokumuz, aslında sadece gen yapımıza ilişkin sinyallerin taşıyıcısı olarak bir sonraki neslin sağlıklı üremesini sağlamak amacını taşımıyor.Vücut kokumuz ve özellikle genital bölgelerin kokusu, aynı zamanda cinsel davet mesajları da gönderebiliyor.

Hint kültüründe kadınlar, dört ana kategori içinde değerlendiriliyor. Bu kategorilerin her birinde o kategorideki hanımların hem genel vücut yapısı, hem de genital bölgelerinin fizyonomisiyle, bu bölgelerin koku profilleri detaylı olarak tarif ediliyor ve buradan yola çıkarak haz dünyasının kapıları önceden edinilmiş bilgiyle aralanmak isteniyor.

6.

Sadece antik kültürler veya uzak coğrafyalarda değil, bize daha yakın zaman ve kültürlerde de vücut kokusu ile cinsel çekim arasında kuvvetli bir bağ kurulmuş. Söylentiye göre, Shakespeare dönemi İngiltere’sinde, sıkça rastlanan bir davranış biçimi, bir hanımın soyulmuş bir elma dilimini koltuk altına yerleştirerek bir süre dolaşması (bir diğer söylentiye göre dans etmesi), daha sonrasında ise vücut kokusunu emen bu elma dilimini sevgilisine veya aşığına vererek, ona olan arzu ve ihtirasını bu yolla ifade etmesiymiş. Unutmadan söyleyeyim, kokulandırılmış bu elmaya da aşk elması denilirmiş.

Bu konuda bir başka örnek de Napolyon’un seferini bitirip eve dönmeden önce Josephine’e “Üç güne kadar Paris’te olacağım, sakın yıkanma” diye kısa bir mesaj yollamasıydı. Çimen Yaprakları’nın yazarı Walt Whitman belki de bunu sözel olarak en net şekilde, ter kokusunu duadan daha tatlı bir aroma diye tarif ederek yapıyor. Ancak aşığın, sevgilinin veya arzulananın kokusu, elbette süreç içinde duyuların önceliklerinin yer değiştirmesiyle beraber kokusal olandan görsel olana doğru bir geçiş yapıyor. Arzumuzun nesnesi, modern zamanların başında artık çiçek gibi kokmasa da, bir çiçek imgesi haline geliyor ve cinsellikle kurulan kokusal bağlantılar bilincin altına itiliyor.

7.

Parfümlerin her kadında farklı koktuğu düşüncesi, 1950’lerdeki bir parfüm reklam kampanyasının temel fikriydi. Ancak, kadınların bu fikre inanmaya dünden hazır oldukları görülünce, kampanya sonrasında da bu inanışı düzeltmek için pek de bir çaba harcandığını söyleyemeyiz.

Söz konusu reklam kampanyası, halen dünyanın en çok satan 10 parfümünden biri için gerçekleştirildi. Oldukça pahalı ve seçkin bir modacının ismiyle ticari hayatına başlayan bu lüks parfüm, daha sonraları şirketin ortaklık yapısındaki değişmeler ve çoğunluk hissedarların Amerika’ya yerleşmeleri sonucu lüks bir marka olmanın olmazsa olmazlarından birtakım kurallara aykırı olarak, çok kolay ulaşılabilir noktalarda (daha düşük konumdaki mağazalar ve askeri kantinler) satılmaya başlanıyor. Bu da elbette parfümün seçkin imajına esaslı bir darbe vuruyor. Bunun üzerine de “X kullanan herkes farklı kokar, çünkü X her tende farklı kokar” gibisinden mesajlar verilerek, o seçkin anlam tekrar geri kazanılmaya çalışılıyor. Bunda da gayet başarılı olunuyor; ancak koku dünyasına algı yamultan hediyesi de işte bu düşünce oluyor.

8.

Her türden gerek havagazı gerekse doğal gazlar, yani evimizdeki ısıtıcı yakıtlarımız, bize borularla servis edilmeden önce thiol isimli bir madde ile kokulandırılıyor. Bu maddenin çok düşük bir moleküler ağırlığı var, bu nedenle hemen havaya karışabiliyor ve biz çok çabuk kokusunu alıp uyarılabiliyoruz gazın ortamımıza karıştığı konusunda, yani olmaması gereken yerde olduğundan haberdar oluyoruz ve ona göre önlem almaya çalışıyoruz. Bu bize itici gelip ikaz eden, bir dönem koku bombası yapılmaya çalışılan thiol’ü çok daha fazla seyreltilmiş halde koklarsak, bu kez ağzımızın suyunu akıtacak bir kahve gibi kokmaya başlıyor. Thiol gene aynı thiol, ancak yoğunluğu ve buna bağlı olarak algımız değişiyor. Bu nedenle, herhangi bir gaz kaçağı durumuna önlem olması ve tüketici veya kullanıcı tarafından gaz kaçağının fark edilebilmesi için, içine thiol ilave ediliyor. Yani gaz kokusu aslında gazın kendisinde yok. Bizler sonradan güvenlik nedeniyle o kokuyu oraya iliştiriyoruz.

9.

Güvercin, kuşlar aleminin sayılı sıkı koklayıcılarından biri. Hatta bu konuda çok fazla bilimsel kanıt olmamasına rağmen bazı bilim insanları, hipotez boyutunda da olsa, güvercinlerin çevrelerinin kokusal bir haritasını çıkarıp buna göre davranış biçimi geliştirdiklerini öne sürüyor.

Öyle ki güvercinlerin koku alma duyuları uyuşturulduğunda yön ve yer bulma yetenekleri önemli ölçüde azalıyor. Tamamen yok olmuyor ama bazen yönlerini şaşırtacak kadar azalıyor. Güvercinler, hem görme, hem işitme hem de koku duyularını bir arada kullanıyorlar. Telgraf öncesi dönemlerde posta ve haberleşme işlerinde güvercin kullanılmasının sebeplerinden biri de bu.

10.

Koku duyusunu incelediğimizde, algımıza yönelik ve Cicero’yu mahcup etmeyen böyle bir acı gerçekle karşılaşıyoruz. 20 ila 35 yaş arası zirvede olan koku algımız, 35’ten sonra yavaş yavaş azalmaya başlıyor. 65 yaşından sonra da, istisnalar hariç, pek de öyle keskin bir burnumuz kalmıyor.

Ancak bunun gençler daha iyi koku alır anlamında değerlendirilmemesi lazım. Çünkü anlam yüklemenin çeşitlenmesi için yaşam deneyiminde de çeşitlenmeye gerek var ve bu nedenle her konuda olduğu gibi ortalama olarak 30 ila 40 yaş arası, bizim kokusal anlamda en olgun dönemimiz oluyor. Acemiliğimizi atmış, tecrübe kazanmış, nispeten bilgeleşmiş oluyoruz ve bu olgunluk, kokulara iliştireceğimiz bireysel anlamları da çeşitlendirip zenginleştiriyor. Ancak, entelektüel boyuttaki tecrübe ile koku duyusu başat gidiyor gibi görünse de fiziksel anlamda bu eğri yukarı doğru bir seyir izleyemiyor ve kırklı yaşlardan sonra koku alma aralığımız daralmaya, kokuyu isimlendirme yeteneğimiz düşmeye başlıyor. 50 ila 60 yaş arası nispeten sabit diyebileceğimiz bir dönem yaşıyoruz. 30’larımızda zirvede olan koku algımız çok hafif aşağı inerek on yıl kadar daha sabitleniyor ve 60’ımızdan sonra da, o kadar düşük bir hızla azalmaya başlıyor ki pek çoğumuz bu azalmayı fark edemiyoruz bile.

11.

Bizim içeriğinin genişliğinin farkında olmadığımız geniş bir belleğimiz var. Bu depolanmış gizli anılar aslen hep mevcut olmalarına rağmen (bilinç denilen salonumuzun dışında) bodrum kattaki depodalar ve orada bile rahat durmayıp faaliyet göstermeye, bireysel varlığımızın belirleyicisi olmaya devam ediyorlar.

Belli bir fiziksel koşul, bir ruh hali veya bir yerle ilgili uyaranların varlığıyla beraber öğrendiğimiz şeyleri, aynı koşullar tekrar yaratılıp aynı uyaranlar bize tekrar verildiğinde mükemmel olarak hatırlayabiliyoruz. Polisiye bir olay sonrasında görgü tanıklarının olay yerine götürülmesi ve tanıklıklarının burada tekrar dinlenilmesi bu prensip doğrultusunda yapılan bir uygulama. Eğer yabancı dilde bir kelime grubunu, mesela yasemin kokan bir ortamda ezberlediyseniz, bu kelimeleri gene yasemin kokan bir ortamda çok daha iyi hatırlayabilirsiniz. Çünkü koku, bu kelimelere ilişkin semantik hafızanızın harekete geçmesine yardımcı olacaktı.

12.

Bazı biliminsanları daha keskin ve genel tanımlar koyup, bütün kokuların başlangıçta nötr olduğunu ve bizim bunları olumlu veya olumsuz diye sınıflamamızın, o kokuları ilk duyduğumuzdaki ruh halimize bağlı geliştiğini söylüyorlar.

Ferahlamak ve ayılmak için yüzümüze, başımıza sürdüğümüz kolonya kokusunun içindeki limon notalarının canlandırıcı özelliği nedeniyle bazı şirketler, bilgi işlem departmanlarının kokulandırılmasında yararlanıyorlar ve bu sayede çalışanların bilgisayarlara veri girişinin dinamik bir ruh hali içinde, daha çabuk veya hatasız olmasını sağlıyorlar. İkinci el araba alırken her ne kadar ben bu tuzaklara düşmem deseniz de, içi yeni araba gibi deri kokan bir arabayı daha olumlu değerlendirebiliyorsunuz. Oysa arabalarda deri döşeme uzun yıllardır yok; çoğunda yapay kaplama malzemesi kullanılıyor.

En Güzel kokular www.alkolsuzparfumler.com da güvenle alın . Mis gibi kokun.