İnsanlık kadar, inanç kadar hatta varoluş kadar eski aslında kokunun tarihçesi. Yaygın kanaate göre M.Ö. 5000’li yıllara dayandırılır kokunun temelleri. Özellikle Mısır, Çin ve Arabistan’da dini törenler esnasında kokulu maddelerin yakıldığı rivayet edilir. Yanan maddelerden çıkan dumanın, kutsal varlıklara mesaj taşıdıklarına inanırlardı. Hatta Mısır’da belli bazı kokuların altından bile daha değerli olduğu kabul edilirdi. Bu kokular çok özel cam şişelerde (yağdanlık da deniyor) muhafaza edilip, nesilden nesile aktarılmış.

Girizgâhın klasik ve her yerde ulaşılabilir olduğunun farkındayım. Fakat “önce bilgi sonra yorum” kaidesine uyup, şimdi konuyu detaylandıracağız. Aslına bakarsanız kokunun temelinde 2 arslan yatıyor: Mısır ve Fransa. Mısır’lı arkadaşlar öteden beri inançlı ve mistik insanlarmış. Öldü, kazdık, gömdük, geldik. Yok böyle bir anlayış. Öncelikle bırakın mevtaya yapılan uygulamaları, insanlar normal hayatlarında yaşadıkları evlerde bile sürekli kokuyla iç içelermiş. Çalı çırpı toplayıp alttan verip ateşi, etrafında dönmemişler elbet. İşi adabına göre yapmışlar. Aromatik bitkiler, reçineler ve çeşitli toz karışımlarla bir anlamda kendilerine tütsü çeşitleri hazırlamışlar. Hem diriye hem ölüye uygulamışlar kokuyu. Ve Mısır, çok uzun yıllar koku kültürünü nesilden nesile aktarmış.

Tarihte küçük bir gezinti yaptığınız esnada, Macar kraliçesi Elizabeth hanımefendinin ismini görebilirsiniz.(yaklaşık tarih 1370) Kendisi güzelliğiyle dillere destan olmuş bir kraliçedir. Rivayet edilir ki, 25 yaşındaki Polonya Kralı kendisine evlenme teklif ettiğinde Kraliçe Elizabeth 72 yaşındaymış. Bu güzellik ve tazeliği muhafaza eden şey ise “Macar Suyu” diye bilinen ve ilk “alkol temelli parfüm” namına sahip bir kokudur. Biberiye yağı ile alkol karışımından elde edilmiş, lavanta yağı ile zenginleştirilmiş bir karışım Macar suyu. Günümüzde halen imalatı devam etmektedir.

Ve Fransızlar… Kokunun manasını alt üst eden insanlar. Tabii size ilk bakışta çok sert geldi tabirim, farkındayım. Ama işin hakikati gerçekten de bu. Yaklaşık 18. asra kadar “kötü koku örtme solüsyonu” olarak alınan ve “kötü koku bastırıcı” olarak kullandıkları parfümleri, birkaç asır sonra “manasını değiştirerek” insanlığın hizmetine sunmuşlardır. Öyle bir alt üst ediş söz konusudur ki, bataklıktan, kokuların başkentine bir serüvendir yaşadıkları değişim. Hele bir Grasse vardır. Fransa’nın güneyinde 40.000 nüfuslu küçücük bir şehir. Ama parfüm endüstrisinin başkenti, merkezi konumundadır. Bugün bile dünya parfüm imalatının yaklaşık %60’ı burada gerçekleşiyor. Herhalde “alt üst” edişten kastım daha net anlaşılmıştır.Peki ya bugün… Kokulu dumanı parfüme dönüştüren serüven bugün hangi noktadadır? Olayın ekonomik boyutuna girmeyeceğim. Zira dibini görmediğim derinlikte boğulma ihtimalim yüksek. Ama bu denizin çok derin olduğu muhakkak. Biz madalyonun diğer yüzüne bakacağız. Parayla ifade edilemeyen yüzüne. Bugün parfüm (koku), diyebiliriz ki her şeydir. Kıyafet, kumaşının kokusuyla kendini belli eder, bir mobilya, ağacının kokusuyla… “0” araç, içindeki deri döşemenin ve kauçuk paspasların karışık kokusuyla cezbeder. Çayın ilk kalitesi ne renginden ne tadından anlaşılır, illa ki kokusu çağıracak.

Ve kokunun insan boyutu… Bugün koku insanlığın da her şeyidir. Daha el sıkışmadan, muhataptan alınan ilk elektriktir koku. İnsanın ruh halini, hedeflerini, karakterini, memleketini anlatır. Hele parfüm kullanımında rastgele değil de, hakkını vererek, kullandığı kokunun anlamını üstüne giyerek (belki de bu yüzden İngilizce‘de parfüm kullanımı ifade edilirken ‘wear’ sözcüğü de kullanılır, yani giy(in)mek); taşıyan bir insan için koku bir soyisimdir, bir kartvizittir, bir duruştur...

Ve koku, dün olduğu gibi bugün de sihirli bir hazinenin tılsımlı bir anahtarıdır.